13 Eylül 2018 Perşembe

eşkiya

geçiyor yüreğinden geçmekte olan,
kambur bir hasret içinde ki
dik durmaya hasret,
gülünce gül bahçesine dönen köy
yağmalandı eşkiyalar tarafından,
boğazında ki düğümleri aç,
hava sıcak,
bu rüzgar kalmaz ötede gelip bulacak seni,
güzelliğin sende kalmayacak bilesin inecek yüreğine,
kolların açıldı mı göğü alabilirsin kalbine,
fakat şu sıra içine kapanıksın, yağmur mu yağacak,
ben yine de sırılsıklam sararım seni,
ben umut,
ve sen bu kederi unut,

dişiliğini bileğine kazımış sen

savrulsa da ruhun hayata bir rüzgarla,
mutlaka dizlerimin dibine düşer,
ben seni hayattan önce bulmuş, sonra da doğaya bırakmışım,
milattan önce sevmişim, sonra kaybolmuşum yüreğinde,
kederini kitaplara, dişiliğini bileğine kazımış sen,
bir rüzgara boyun eğer misin?
benim korktuğum bu kara parçası fethe hazır,
yol geçiyor içinden ve debisi yüksek
gül rengi bir çay içinde,
kitaplarla yağmalamak niyetim kervanını,
ya da beni al götür bu bozkırdan,
yüzmeyi öğrenemedim bir türlü,
sudan korktuğumdan mütevellit,
kuşandığım bu kederi
ve beni diyorum,
al götür,

turistik ve tarihi ruhum

taşladı şeytan insanı
taşradan kente giderken,
tarım ve insancılık
kalmadı artık,
buğdaya dadanan fotoroman paramparça olduğuyla kaldı,
ekmek parası cüzdanıma sığmadı,
etine sığınmış yağmur bulutlandı göğsümde,
yağdı ve kan ağladı italyanca,
eğildi başaklar
turistik ve tarihi
ruhuma,
korkuluklar da korkunç yüzüm,
tüm süvarileri yendi
ve kazandı,
yüreğini,

gardiyan sopası

sevmezdim bileklerime dolanan örümcek ağını
ve sarardım dört elimle kardeşimi,
rüzgarın esintisiyle gelen neşe
benim yanımdan,
bana uğramadan gelip geçse de
gökyüzünde aradım gülücüklerimi,
ağlamadım bu kadar annem sütü kestiğinde bile
ve kızılcık şerbeti diye acılarımı içtim ben,
kaçamadım hiçbir sinekten, sıtma verem değil ama
demir parmakların ardında kalan keder
ne yaptı ne etti buldu beni,
ve hâlden çıkan her domates,
salça oldu hayatıma,
gardiyanın sopası kaç mahkumu dize getirdi de,
dilleri çözülmedi anadan doğma ağmaların,
kaç evi ısıttı bilinmez ama
sap olamadığım tek balta bu değil,
ve garip olan şu ki
bileğimde ki saat,
hala üzmedi beni,

bayram arefesi

karıştı tabiatıma vesvesenin hası,
gözlerin kadar
ısıtmadı güneş içimi,
renklilerle atılmışım bu dünyaya
bir cellada kanmışım,
ölmedim bayram arefesi annem ağlamasın diye,
ilk yağmurda eridi cebimde ki şekerlerim,
ellerimde naylondan anılar,
arkadaşlarım büyüdüler ve yetişemediğimiz hiçbir zili görmedi elleri,
salıncak kurduğumuz çınar devrildi,
mantar tabancaları kaldırıldı tedavülden,
su birikintisi sandım, pikniğe geldim yanağında ki çukura,
bende de yanılmış doğa,
tıpkı benim gibi,
bir an önce karışayım diye toprağa,
dökmüş saçlarımı,
bu yaşımda,

radyo istasyonu

dedemden kaldı üzerimde bu tozlu keder
mirasyedi öğünlere tamah etmedi
müşteki suretim,
ellerim hala siyah beyaz,
çağı yakalayamadı şu garip sevgim,
yoksunluk ve yoksulluk arasında sıkışan kahvaltıya oturdum,
karşım boş,
karnım boş
doldurmadı ekmeğimi kazandığım ekmek içimi,
hiçbir maden ocağının kirletemeyeceği yüzün,
nedendir bir bana asılır
o an kalbim, en yakın
radyo istasyonuna takılır
ve kendimi öldürmek adına aradığım frekansı,
hiç bir tepe de bulamam,

kızık kısrak

kapanan bütün damarlar
soluğumu kesti,
ama yetiyordu bir bakışı ayakta kalan
kızıl kısrağın,
yorulmuyordu belki ama,
nallarının acısını yüreğimden biliyordum,
kazımıştım sevgisizliğin ismini kollarıma
ve hiçbir devlet kurumu almadı beni bünyesine,
sevmedi ninem bile seni sevdiğim gibi beni,
fakat ben her ağladığımda yanı başımdaydı,
götürmez bu yol gayrı beni suya,
sisli bu hüzün artık bulunmaz neşesi haritadan,
göçmez artık kuşlar gönlüne,
bu dağdan,