24 Aralık 2015 Perşembe

ankesörlü adam

bir şiire konu olabilir mi ankesörlü telefon yalnızlığı?
belki de olur
kim bilir,
şiir bu
sağı solu
belli olmaz

23 Aralık 2015 Çarşamba

tablo

bedenimin danteli kalbim,
damarlarımla birlikte ilmek ilmek işlenmiş,
dedemden kalma eski bir radyo,
çalıyor
gözyaşımda demlediğim çayım,
bağrımda pişen bir çift yumurta
ve yüreğimden düşen umutlarımla beraber
dinliyorum
zira umudun fakirin ekmeği olduğu konusunda söylentiler çalkalanıyor,
fotosentez yapan yastığımda yeşeriyor gün,
mevsimler halının üstünde değişiyor
duvarda asılı bütün tablolar
al kağıdı kalemi,
kılıcın ulaşamadığı yerlere ulaş
çünkü kalem;
gönlümün elçisi...

28 Ekim 2015 Çarşamba

|

beklediğim sen değilsin, 
beklediğim atlı arabalar, 
mekanik şeylerden iğrenir oldum, 
rahatlık batıyor bana
gelme artık aklıma
diyorum ya işte
beklediğim sen değilsin

21 Ekim 2015 Çarşamba

Peribacası yahut peribabası

ruhum taşlaşmış benim, 
artık ne çarpsa yüreğime işlemiyor, 
hiçbir acı delip geçemiyor, 
hiç bir gözyaşı içime sızamıyor
ruhum diyorum, 
ruhum taşlaşmış
sonra zaman aşımına uğradı, zamanla!
şu saatten sonra peribacasıyım artık, 
bozkırım artık, 
turistiğim artık
ücretliyim yer yer...
ruhum diyorum ruhum!
taşlaşmış

14 Eylül 2015 Pazartesi

unut(ma) beni

bir uçurumun köşesine götürüp, renklilerle at beni
doğanın uğultusuna, toprağın mineraline kat beni
alıp bir kurban pazarında sat beni
gece vakitli vakitsiz ağlarsam döv beni
veli toplantısına çağrıldığında öv beni
bir sokak arasında kaybet beni
akşam ezanına kadar gelmezsem merak et beni
güneş batar batmaz
ay çıkar çıkmaz
çocuğun biri doğar doğmaz
bir ihtiyar ölür ölmez
kıyamet kopar kopmaz terk et beni
en sevdiğin kitabın arasında kurut beni
yüreğimden tutup, derinden, içinden unut beni

26 Ağustos 2015 Çarşamba

su

hayatımın veziri yaptığım herkes beni rezil etti, ele, aleme
reytingi yüksek siyah beyaz bir filmim şimdi terkedilesi yazlık sinemelarda
kalbimin fuck off'larını, dilim lanet olsun diye çeviriyor, dilim yabancı gönlüme, dilim yabancı dil bilmiyor, insanları kandırıyor, dilim ısırdığımda kanıyor, acı yeyince yanıyor
eğer bir gün unutabilirsem seni koşup bir bardak su içecem
çünkü ben aklımda bir şeyle mutfağa gittiğimde çabuk unutuyorum, yürüdüğüm yolun ve geçirdiğim zamanın acısını bir bardak suyla geçirmeye çalışıyorum
bir bardak su ile geçip gider misin içimden, bilemiyorum

18 Ağustos 2015 Salı

saçma sapan

Tatlı dilim yılan zehirleriyle dolu, bir yazının daha başına geldik, mevsimlerden de hiçbir şey. Üstüme acıdan başka herhangi bir doğa olayı karışmıyor, toprağa da karışamıyorum. Köyünden patlıcan getirip satan adamın kazancına eş değer hüznüm, gönlüm mosmor. Kalbimin aynası kapkara, yine toparlayamıyorum cümlelerimi.
olmuyor, hiç bir şey!

9 Ağustos 2015 Pazar

öyle

Kağıt kalemi alınca elime başlıyor hayat sancılarını tekrar duyar gibiyim annemin her kelimeyi zaman dilimine böldüm, tüm dil kurumum hem fikir benimle ne de olsa kahvem yanıbaşımda, bir kaç teferruat için yardım aldım hayattan, en çok da sevilmeyi öğrendim, ama hep sınıfta kaldım. Her satıra bir kulp taktım, her pilavda bir kaşık bıraktım, uzanabildiğim her ciğeri pisledim, gördüğüm her kediye pisiledim, beni rahatsız eden her sineği öldürdüm, aldığım her nefeste de ben öldüm, benden geriye kalan, sizin olsun!

6 Ağustos 2015 Perşembe

Tokmak

kapıdan kovaam bacadan giren hüzünlerim var benim
penceremin önünde çiçeklerim
hep birlikte güldüğüm dostlarım var benim
hep bana gülen dostlarım...
ardı soğuk tokmak, kaç kere vurulmuş şimdiye kadar bilinmez, biliyorum bir kez daha çalınsa kapım öleceğim
olan çiçeklerime olacak
onları ben ölürsem kim sulayacak?

3 Ağustos 2015 Pazartesi

olur

Saçlarını dolamışım ellerime
gözlerim ekmek almaya gitmiş
bundan güzel şiir olur
gökyüzüne çıkmış
ruhunu izliyorum
seni bi tek oradan görebiliyorum
bundan da güzel şiir olur
iki yalnız bir adam etmez,
ne bir baltaya sap
ne de bir şiir olur
olsa olsa hiç
Olur
böyle şiir mi olur?

25 Temmuz 2015 Cumartesi

masumiyetin bana verdiği yetkiye dayanarak kendimi koca adam ilan ediyorum

16 Temmuz 2015 Perşembe

...


"üç dört yaşlarında sevmiş gibiydim seni,
üç dört yaşlarında bir yaz sabahı uyanmışım yanında sanki,
hani biraz uyusam anılar biriktiği yerden bir delik bulup çıkacak dışarı,
Uyuyamıyorum,
gözlerim kan çanağı,
dünyanın sempatik arabası süslenip üzerimden geçiyor,
ölmüyorum,
saçlarından tutup asılıyorum boynumdan,
tel tel ölüyorum,
 beni gözlerine gömüyorlar,
gömüldüğüm yerden büyüyorum,
büyüdükçe düşüyorum, gözünden
sanki üç dört yaşlarında sevmiştim gibi..."



14 Temmuz 2015 Salı

Ah bu ben!

"Gökyüzü maviye dönüşünce ömrüme bir ömür daha katılıyordu, neden her yazımda kendimden bahsediyordum, kendimi yazılara mı saklıyordum, yoksa yazmaya değer bir şey yok muydu hayatta?
Velhasıl cümle başlangıcı itibariyle umut doluydu ve doldurabileceğim tek araç kendimdi, bir poşete, bir çuvala sığmazdı, dünya'ya ise küçük gelirdi...
Evrende toplu iğne ucu kadar yer kaplayan dünya ne kadar büyükse artık bana, o kadar yalnızdım
bitkilerden ve hayvanlardan kurduğum zaman bir bir tükeniyordu, her anın bitişi katliam, yıkım, felaketti
Cümleler gittikçe acıya sürüklüyor yazıyı, evlerin yangın merdiveni ne kadar gerekliydi yangın çıkınca kendini camdan atan bir adam için tartışılır, ben dünyaya ne kadar gerekliydim kıyameti bekleyen bir hayat için, tartışılır..."

6 Temmuz 2015 Pazartesi

İç çekerim gemilerin artık gelmediği limana ve her gördüğüm balık hüzün verir artık bana, 
nerede bir tavuk görsem koşarım ardı sıra,     yumurta en sevdiğim yiyecek değil ama şu an ilk aklıma geleni
gün döndüğünde anlarım ışığın kıymetini, gece çöktüğünde anarım gökyüzünün rengini
insanları kaybettiğimde yadıma düşerler, düşen her insan canımı acıtır aslında hiç biri de düştüğü gibi kalkamamıştır
Ülkemin başıyla sonu arasındaki fark 76 dakika
ben o farkla yaşıyorum 
yeni başladık, daha 20. dakikadayım,
mevsim yaz, ben hala ısınamadım hayata
vakit erken, 
ve gelecek olan her neyse
bekliyorum.

4 Temmuz 2015 Cumartesi

melekten bozma şeytan kanatlar ne kadar kanlı,
sonbaharın en güzel yanının temsili umutlarım, çırılçıplak ve solgun.
kalbimin sökülüp takılan bir araç gibi kullanılması insanlar arasında, hiçte takdir ettiğim bir olay değil aslında, ama bazı şeyler sen istemediğinde güzel, hayat için.
Utancından bakamamak, bakmaktan utanmamaktan daha utanç verici bişey değil elbet 
Ama sen yine de ayak tırnaklarını düz, el tırnaklarını oval kesmelisin, bu tundra iklimi içinde de geçerlidir ve soğuk havalarda kanatlarını unutmamalı, kanatlarından utanmalısın, uçamasan bile.

28 Haziran 2015 Pazar

Şairin bahsettiği haziran sonunda çocukluğu yakma işi hiçte fena bir fikir değildi, çocukluk çok büyük geliyordu ruhuma ve yaz mevsimi en ideal zamandı, ateş için.
Ben buna karar verdikten hemen sonra şehre yağmur başladı ve haziran boyunca durmadı, yazın tam ortasında üşüyorsam beni tanımıyorsunuz demektir.
Tanrının balkona astığı şehir, kurumak bilmiyordu ve hep alt komşuyu rahatsız ediyordu damlaları, 
bu gök bir gün komple yerle bir olucak
o zaman bütün kavgalar ve hüzünler son bulacak
Eğer bunu sen unutursan, bana unuttuma, hatırlat.

8 Haziran 2015 Pazartesi

Beni bekleme kaptan!

anladığım kadarıyla
her şeyi yapabilecek kadar büyük,
bir şeyleri yapamayacak kadar küçükmüşüm...
bu zamanlar,
Don Kişot'u bir roman kahramanı olarak değil de
yazım yanlışı yapılmış bir pazarcı esnafı tabelası olarak algıladığım
bir şeyin karşıtının hep hüzün vermek zorunda olduğu
hüzün düzeyimin ülkenin kişi başına düşen milli gelirinin üstünde olduğu
içimin içime büyük geldiği
zamanlar...
beni insanlar büyüttü
elleriyle değil, dilleriyle...
ağzımın ucunda durur da bir cümleye yerleştiremem kelimeleri.
belki de kitaplar yazarım ardına
ama bıraktığım gibi asla bulamam seni,
türkünün birinde bahsin geçiyordu, sonra fark ettim ki
söyleyen de dertliydi dinleyen de.
velhasıl ne ben anlatabilirim, ne de siz anlayabilirsiniz
okyanusun maviliğinin üstünde,
taşı tam ortasına atıyorum geminin, batıyorum!

29 Mayıs 2015 Cuma

kendi ağırlığının 10 katı ağırlığını taşıyan karıncaların üstüme basıp geçtiği dönemin tam ortasındayım, bir karıncanın bile incittiği tek insan olmak ödülü, bilmem kaçıncı noter huzurunda bana veriliyor, ama resimlerde yine de gülüyorum
yazık...
içime atılan her beton yeşillikleri azaltıyor, kaçak yapılar aldı başını gidiyor
yıkım, direniş, haykırış...
içim;
bir şehrin saatte bir toplu taşıma aracı giden, asgari hayatların yaşandığı tek katlı evler diyarı, her türlü pislik mevcut, şüpheli gelecekler, şüphesiz acılar
kuşların avlandığı değil de, beslendiği bir ülke de görüşmek dileğiyle.

27 Mayıs 2015 Çarşamba

hatıralarda hatrı sayılır hatalar bıraktım, 40 yıllık kahvelerimi içip içip kustum. Üstüme yakışmayan bütün gülüşlerimi gönlü fakir insanlara ülkenin adalet sistemini aratmayacak şekilde böldüm, parçaladım hatta zaman zaman yok ettim!
büyük düşünür olmaktı hayalim, büyük üşenmekten ileri gidemedim.
hayatın en muhkem yerlerinde olaylara karşı donakaldığımda
kendimi bir kitabın içinde buluverdim, bir şeyi açıp kapatmak her zaman işe yarardı ne de olsa
vucüdum da ki damar ağını tasvir ediyorum da, bizim evin salonu için güzel bir halı deseni olabilirmiş,
bu gidişle giderse tüm umutlarım evde kalacak,
tüm ümitlerim elde kalacak
sen iyisi mi süpürge etme hayata yüreğini
ben el de avuçta ne varsa gönlüne endeksledim..

6 Mayıs 2015 Çarşamba

Kelimeler ağzından çıkamayınca içine içine söylüyorsun, kendi kendine söyleyip kendi kendine dinliyorsun, içini söküp parçalayıp yırtıyorsun, annene vermek istiyorsun sonra toz bezi yapsın diye. Zaten benim içimden olsa olsa toz bezi olur. Hıçkıra hıçkıra ağlıyorsun gökyüzüne bakarak, gözyaşların tuzlu su gibi yakıyor gözlerinin beyazını, gökyaşları çeneye inmeden kuruyor, sesin çatallaşıyor, insanlar o sesten sabah kahvaltılarında zeytin, peynir yiyorlar. Zaten benim sesim anca meze olur insanlığa. Ben bu acıları seviyormuşum, içimi acıtmayı seviyormuşum, insanlar sevgimi sahte bulup bu hüznümü bile bile istediğimi düşünüyorlar. Ben türküyü seven biriyim, ben düğünlerde ortadan çıkmayan biriyim, ben bir masaya oturduğumda kahkahadan konuşamayam adamım, ben sevdim mi bir insanı olduğu gibi seven adamım, ben yemeklerde bile acıyı sevmeyen bir adamım
bu şairâne ruhum acıyla yoğrulcaksa bırakın ben odun kalayım!
Ben böyle seviyorum, sizin sevginizin tarzı ve şiddeti beni ilgilendirmez benim sevgim hakkında yorum yapmaktan vazgeçin, düşüncelerinizi içinizde tutun!

#6kelimelikhikayeler

Amerikalı Ernest Miller Hemingway romancı, kısa hikâye yazarı ve gazetecidir. Kısa ve gösterişsiz yazı tarzı ile bilinir.
Efsane o ki herhangi sıradan bir gün, bir cemiyet toplantısında, onu çekemeyen edebiyatçılardan birisi Hemingway'e ne derece yetenekli olduğunu sorar, Hemingway ''Senin hayal bile edemeyeceğin kadar.'' diye yanıt verir. Bunun üzerine muhatabı ona, 10 kelimeyi geçmeyen, etkili bir hikaye yazıp yazamayacağını sorar. ''Eğer bunu yazmayı becerebilirsen, ve buradaki herkesi derinden etkilersen yeteneklerin önünde saygıyla eğileceğim.'' der. 10 kelimeye bile ihtiyaç duymayan Hemingway 6 kelimelik bir dram öyküsü yazar. Orada bulunan herkesi etkileyen bu hikaye aşağıdaki gibidir.

''Satılık: Bebek Patikleri. Hiç giyilmedi.''




Benim #6kelimelik hikayelerim:

-Soğuk düş alayım belki iyi gelir

-Güneş'e çıkınca bakamam utancımdan, gözlerim kısılır.

-Prospektüssüz doğdu insan, faydasızdı, öldü.

-Gid'erin, gel'irinden fazla, mutluluktan zarar ettim.

-Gecesinden ne gördük, günü aydı Dünya'nın.

-Apartman toplantısındaki aidattım; varlığı, miktarı sorgulanmış

-Ruhu fitti, giydiği acılar tam oluyordu.

-Ben onun büyük salaklığıydım. Salaklığımla kaldım.

-Göremiyordu adam karanlıkta, sopasında buldu hayatını.

-Takla atan güvercindi sevgim, kanadım kırıldı.

-Şansızdı ülkenin Doğu'su, köftesi bile çiğdi.

-Kanguru, yavrusu ölü, heybesi acı dolu.

-Sevda dediler, sevindim. Beni hariç tuttular

-Müziği, lambayı kapat. Sessizlik istiyorum, ölemiyorum

5 Mayıs 2015 Salı

kuşları sabahın ilk saatine kuruyorum, seslerine uyanıp gereğini yerine getiriyorum hayatın

4 Mayıs 2015 Pazartesi

"Gençliğim gülerken, ihtiyarlığım gidiyor başı önde,
Bu dünyaya ne için ve niye gelmiştim hepsini bir bir biliyor ve kendimi anlayıp yorumladıkça utanıyorum.
Yeşilliğin içinde kapkara bir et parçası olmak değil elbette alnıma yazılan ama bu aklı beş karış havadalık tam benim işim.
Papatyalar benim hakkımda ne düşünür bilmem, fakat ben kendimi sevmiyorum şu sıra.
Bakmayın size güldüğüme, kendime hep kızarım!"

1 Mayıs 2015 Cuma

Kelebek sıkılmıştı hep ömrünün kısalığından dem vurulmasından. Oysa ne güzel uçuşu, naif bir tebessümü ve kanatlarında en başarılı modacıların bile tasarlayamayacağı bir kıyafeti vardı.
İnsanların bu denli yok edici olmalarına aklı ermiyordu.
Neden bir kelebek bahsi geçildiğinde bunları biliyor musunuz bülteni gibi ''kelebeğin ömrü 1 günmüş'' cümlesi sarf ediliyordu.
Kelebeğin hayata değer şahaneliği vardı; bu söz konusu bile olmuyordu masalardaki sohbetler esnasında.
Neden hayatta hep yok edilme zamanları ön planda oluyordu dillerde, bir şey terkedilmişliğiyle mi ya da bırakılmışlığıyla mı hatırlanmalı?
yoksa sevgisi ile mi?
Zamanlar kanla mı boyanmalı?
yoksa gök kuşağıyla mı?
Gönüllerde ki güzellikleri görmek yerine neden hep mutsuzluk?
Neden hep insanları mutsuzluğa itme çabası?
bu sorulardan, felsefecilikten sıkıldık!
Cümlelerin en güzeliğini söylemiş şair:
-Dünya'yı güzellik kurtaracak,
bir insanı sevmekle başlayacak her şey.

23 Nisan 2015 Perşembe

Henüz yeni doğmuş bir akarsuyum, insanlar arasından, insanlıktan kıvrım kıvrım geçiyorum
anılar, barajlar, köprüler ve hayaller inşa edildi bir bir,
Pisliğe, ota, boka, çamura battım
Balıklarımı, kaplumbağalarımı, kurbağalarımı çok seviyorum
Onlara hayat veriyorum, barınak oluyorum, onlarla oyunlar oynuyorum, hepsini bir bir bağrıma basıyorum
Ne olur atmayın oltalarınızı, kancaları canını acıtıyor balıklarımın...
Ne doludizgin çoşabiliyor
Ne de diniyorum
sağımı solumu yeşerterek
Balıklarımı, yılanlarımı, hüznümü alıp Karadeniz'e döküyorum
Sistem çalışmasını durdurmuş, ev hanımı hayallerim
Bir yerden bi yere giderken ayaklarımı kullanamıyorum artık, çünkü basamıyorum gözyaşlarıma, hani bir çift kanat olsam kırılır, incinirdim.
İnsan olmaktan utandığım günlerden geçen ülke de alakadar etmiyor artık beni diğer her şey gibi.
Birinci tekil kişi egoist, birinci çoğul kişi aşktır türkçede.
İkinci tekil kişi toplum, ikinci çoğul kişi iktidardır,
Üçüncü tekil kişi dilenci üçüncü çoğul kişi hiçkimsedir.
Türkçenin bütün yazım ve noktalama işaretlerini bilsemde, bu tekbaşınalığın, hasretin anlamı yok sözlüklerde, lügatlarda...
Ben, sevmemek, çocuğa çarpıp kaçan arabalı, adamları.

17 Nisan 2015 Cuma

"Sensörlü bahar kapısı
gire çıka soğuk almış içim,
insanların ruh zevkine aykırı yüreğim
ne gökyüzüne çıkabiliyor ne de toprağa karışabiliyorum
çıkıp atarsam kendimi bir binanın tepesinden intihar deme
nisan yağmuru de
gelip geçti de"
Kaç durağa saplı kaldım kim bilir, çok bahar geldi geçti içimden biri bile almadı beni,
yeryüzünün en ince insanı olmalıyım ki, rüzgar bile uğramadan geçiyor bana,
biliyorum gelmeyecek beklediğim
yerçekimi haram bana
bir ipe bağlayıp kendimi, uçuyorum,
elektrik telleri bile durduramaz artık
gidiyorum, bir öğrenci biletiyle.
Gökyüzünün ne renk olduğunu çözemiyor ruhum, hayat taştan topraktan ibaret sanki.
Ne renk diye sorsalar yüreğimi, söyleyemem.
Hem siyahım,
hem de beyazım şu sıralar.


Güneş geldiği açı sebebiyle beni teğet geçti, hayat yine kendini güneş ışıklarına katıp yol aldı, insanı yücelten her şey hayata dahil oldu.
Hangi cümlenin hangi sözcüklere konulacağını bilmeyen bir yazarım şimdi, hangi meyvenin hangi zamanda rant yapacağını bilmeyen bir manav,
Hatta reyonun bozuk, kokuşmuş gıdası da benim. Her seferinde ayrı tutuluyorum, pazarlarda en son ben kalıyorum.
şehre yağmur yağardı ve önce ben ıslanırdım
insanlar çıkardı karşıma önce ben severdim.
kıyamet kopardı birden önce ben ölürdüm.
Ve insanlar unuturdu bir bir çevresini, sevdiğini;
işte ben onu beceremezdim.
Ayaklarıma serilen yollar geri geri kaçıyor, ayaklarıma çakıl taşları batıyor kanatıyor.
Hiç bir ilaç, derdime deva olmuyor.
Çıksam dışarıya şimdi, gökyüzü düşse üstüme, ezilsem
sonra hayat kaldığı yerden devam etse.
Eğer bi gün insanlıktan bunalıp kaçmam gerekirse, o yollara direnip, seni cebime koyup giderim.

14 Mart 2015 Cumartesi

Sanırım Gidiyorum

Kırmızı ışık yanıp sönüyor gecenin kör saatinde. Şehrin uykuya daldığı anlarda sokakta buldum, kendimi. Bir araba gelip geçti, şehir bir irkildi ama o kadar yorgun görünüyor ki kaldığı yerden devam etti uykusuna, rüyasında tek veya çift katlı evlerin kendisine doğru koşarak geldiğini görüyor olsa gerek diye düşünmeden edemedim, gülümsedim. Aslında farkında değildim tebessümümün. Soğuk üşütmüyordu çünkü. Ruhsal soğukluklardan çok yanmıştı canım, oksijen karışımlı bu soğuk ne de olsa hayat veriyordu bana, haksızlık edemezdim. Tanrının mükafati olarak  görüyorum ve bir nefes daha çekiyorum içim yana yana. Hayata karşı ilk zaferim olsun diye konulmuş ismim, Galip. Fakat bu zafer benim ilk ve tek zaferimmiş ve öylece kaldı, kimliğimde. Evden mi çıkmıştım yoksa eve mi gidiyordum bu saatte. Eve mi gideceğim bunu da düşünmüyorum. Yürüyorum. Hava aydınlanacak mıydı acaba yoksa kararmaya devam mı edecek diye düşünürken evin kapısında buluyorum kendimi, ayakkabılarımı çıkardım. Güneş ışığı benden önce gelmiş. Annemin geçen sene ayaklarım üşümesin diye ördüğü yün çoraplarımla yürüyorum masaya doğru, yaptığım şeyin sonucunu aldığım tek eylem yürümek. Bunu bulunduğum çevrelerden anlıyorum. Bir yerden başka bir yere gidebildiğimi görüyorum. Yazmam gerek! Bunu akan gözyaşlarımdan anlıyorum, yapma be Galip! Diyorum yenik benliğime ‘’erkek adam ağlar mı?’’ ve cevaplıyorum kendime ‘’ağlar’’. Masayı es geçip yatağa atıyorum kendimi.
Gözlerimi açtığımda, kapattığım andan çok uzaklaşmış olmadığımı duvarda ki, yelkovanı duvarı delen matkap gibi çalışan saatten anlıyorum. Yıl vardı ki şöyle mis kokulu yumurta konulu, peynir salam yönetmenliğinde, reytingi yüksek bir kahvaltı etmemiştim. Bunu farkındalığından sıyrılıp masamın başına geçtim. Gün ışığı yakıyordu canımı, lanetlenmiş bir ölümlü gibi ruhum rendeleniyordu anıların pas kokulu kıvrımlarına, insanların arasına buradan sızıyorum, damla damla.  Canlı olup da canımı yakmayan şey kalmadı şu hayatta. Çayımı ve iki lokmamı bırakıp, masadan ayrılıyorum. Çalıştığım dergiye doğru yol alıyorum, şu sıra uyumlu olan tek şey ayaklarım, aksamadan, provasız…
Koridorlardan geçerken soğuk yüzlere verdiğim günaydın cevaplarının samimiyeti ile ilgilenmeden geçip oturdum masama, odam karanlık, bugün daha da karanlık. Yolunda gitmeyen kumpanyasına havada katılmış. İşimin başına geçiyorum, okuyorum bir şeyler karalıyorum, çiziyorum. Nefes aldığımı o an hissediyorum. Kapım açılıyor, derginin patronu:
-Artık birlikte çalışamayacağız Galipcim.
-Bir yere mi gidiyorsunuz Zafer Bey?
-Hayır sen gidiyorsun… küçülme…… çalışamayacağız….. şirketin durumu…….
Duyamadım bir şey. Sağır oldum sanırım insanlığa. İdrak edemedim. İçimden avaz avaz bağırıyorum sizin desibeliniz ulaşamaz benim kulaklarıma! Eşyalarımı topladım. Ama gitmeden tuvaletlerine idrar ettim ve çıktım. Sistemin işin olmazsa aç kalırsın kümesine doğru yol aldım. İçeri girdim. Geri çıkmanın yollarını arıyorum. Aradığın bir şeyi yerinde bulamazsın hiç, ne de olsa muhtaç olunan herhangi bir şey daima en uzağındadır insanın. Her akşam arkadaşlarımla çay içtiğim cafeye en önce ben geldim. Bu durum her akşam içtiğimden bir bardak daha fazla çay içmeye işaret. Geldiler.  Arkadaşlarıma işten kovulduğumu anlattım. Başlarda biraz ilgileniyor gibi yaptılar ne de olsa arkadaşlarıydım, elbette teselli vereceklerdi. Sonra bir an için unutup kahkahalarımıza devam ettik akşam boyu. Herkes gitti, bende gittim. Anladım ki bi olayı yaşamış birisi beni daha çok anlamıyor. Canımı bir kere daha yakmaktan başka bir işe yaramıyor. Bazen çok gülüyorum, fakat kötü hissettiriyor bu sahne de, içi hüzün dolu kahkahalar savuran bir karakter olmanın hüznünü yaşıyorum. Kendimi ait hissetmediğim bir kentin meydanında buluyorum. Eğer bir aslan olsaydım hayvanat bahçesin de kendime yer bulamazdım, insanlığın meleklere sergilendiği bu toplulukta da yerim yoktu sonuçta. Ellerimi cebime koyup inşaat alanına girişin yasak olduğunu belirten tabelanın yanından geçiyorum. İnsanlara neyi yapıp yapmamalarını hep tabelalar söyler. Çünkü söylemezseniz uygulamazlar.
Günler birbirini  kovalıyor, fakat ben yerimde sayıyorum, dost tavsiyesiyle gittiğim kapıların hepsi bir bir kapanıyor. Hatta birkaçı hiç açılmıyor. Son kapının kapandığı derginin merdivenlerinden inerken ayağımda ki yün çorabı farkedip annemi özlediğim hissi geliyor ardım sıra, annem de beni özlüyor, biliyorum. Elimin parmaklarını geçmeyecek ağaç sayısına sahip olan kentin en işlek caddesinde kalabalığın içinde ilerliyorum, her şey aynı. Krediler, altın fiyatları ve araba vergilerinin pahalılığı. Ben çok kaybettim! Çevremde ki herkes başarı basamaklarını tırmanırken kendimi hiç ait olmak istemediği bir yerde buluyorum. Bu his yapmaktan iğrendiğim şeyleri yaptırıyor bana. Neden böyle? Neden ben hep başka yerlere yönlendiriliyorum? Hayat neden bu kadar devlet dairesi? Bu kaybediş nereye kadar olacak? Daha neler geçicek hayatımdan? Neden ben olduğum yerde sayıyorum? İnsanlar bir deveran içinde değişik duygular yaşarken ben neden hep kendi kendini yiyen bir dişli gibi olduğum yerde sayıyorum? Neden eriyorum? Dünya’ya bir kez daha gönderilsem herhalde rüzgar olarak gelmek isterdim. Belli bir coğrafya da kalmak istemez, oradan oraya süzülürdüm. Şimdi ise hüzünlerime, acılarıma çakılı bir kazık misali yaşıyorum hayatı. Her canlı bir balyoz darbesi vuruyor üstüme ve ben bir karış daha karışıyorum toprağa. Bu iklimde bazen cümle bile kuramıyorum, kelimelerimle kalıyorum. Hasret duyuyorum birilerine. Özlem duyuyorum bir şeylere. Bu kelimeler nereye kadar götürücek beni? Noktayı ne zaman koyacağım? Hangi virgül başarımın ardından gelecek? Bu hüzün kaç yıl daha götürücek beni? İçimde ölen çocukların sancısını çekiyorum, hepsini bir bir doğurmak istiyorum. Çevremde ki herkesi sezaryanla aldırmak istiyorum. Hayat amacımdan sapıyorum, herkes kadar. Duvarlarını mesleğinin 10. Yılını bitirmiş ustaların boyadığı, sokaklarını sonbahara yakalanmış ağaç yapraklarının süslediği bir caddenin içinde, her taraflarından kin, ihanet ve pislik akan insanlar içinden, ruhumun en kuytu köşesini kamufle yapıp yürüyorum. İnsanlıktan çıktığımda kendimi bir masada, otobüs durağında, sokak kaldırımlarında veya bu cadde de buluyorum. Zaman zaman kendimi bulamıyorum. Numara verdiğim ağaçlara bir bir selam veriyorum. 5. Ağacın altında bir çocuk, kimsesiz. Uzun uzun bakıyorum, hareketleri yavaş, oysa çocuklar koşmadan duramaz ki. Sonra sahip olduğum şeylere ettiğim ihanet sıkıyor boğazımı. Kıpkırmızı oluyor yüzüm. Damalarımda dolaşan kırmızı şey gözlerimden fışkırıyor, şehrin alt yapısı her ne kadar yetersiz olsa da pisliğine karışıyor, çünkü hakettiğim tek yer lağım! Sinir sistemimi kontrol edemiyorum. Ülkenin eğitim sistemi gibi hissediyorum. Yetersiz uzuvlarım. Güçsüzleşiyorum. Kendimi eve zor atıyorum. Haykıramıyorum. Bağıramıyorum. Elimden tek bir şey geliyor. Alıyorum kağıt kalemi ve yazmaya başlıyorum.
‘’Bu Son Olsun’’
Aralarında konuşuyordu insanlar, dönen bir dünya hakkında.
Evet dönüyordu herkesin dünyası, herkesin bir dünyası ve o dünyaların binlerce insanı...
Dünya ile ilgilenmiyordu.
Dönen şeyler arasında zirvedeydi başı.
Midesi boştu.
Başı dönüyordu.
Bu döngüde dört mevsimi yaşıyordu vücudu.
Bütün hava koşullarını iliklerinde hissediyordu,
Bir o sabitti, çakılıydı.
Başı dönüyordu, o değil.
Baharın gelişi, çiçeklerin açması umurunda değildi.
Midesine bir gün güneş doğmadı.
Bu sabah her zaman ki sabahlardan daha açtı karnı.
Günlerdir bir şey yememişti.
Şöyle bir yutkunsa annesinin sütünün tadını anımsayacaktı.
O kadar azdı yediği şeyler, sayılır cinsten.
Ama soluduğu hava bedavaydı.
Neyse ki, her gün geçtiği parkın önündeki çeşmeden su içiyor, içip giderken yarın yine geleceğini biliyordu
Çünkü;
havadan sudan konular en çok onu ilgilendirmişti hayatta, sadece onu.
….
Bir yandan yazıyor bir yandan ağlıyorum, elim gitmiyor. Gözyaşlarımda ıslanan kağıt mürekkeple eşlik ediyor hüznüme, üzüntüme. Sokağa atıyorum kendimi. O ağacın altına gidiyorum. Hareketsiz bir beden. Karanlığın kırmızıya boyandığı gece de sahip olduğu 6-7 kuruş için ciğeri beş para etmez insanların soluduğu havanın tam altında o narin çelimsiz incecik bedenine saplanan bıcak yaralarını görüyorum, her adımımda bana saplanıyor, bağıramıyorum.
Bir fabrikatörün çocuklarına bırakabileceği miras evler arabalarken, bir dilenci koca bir şehir bırakır. Bir dilencinin ödediği vergi, bir fabrikatörün ödediği vergiden çok daha fazladır. Hayatı. Yeryüzünün kabullenemediği küçük bedenini kollarıma alıyorum. Miras hakkının kullanmak isteyecekti elbet, koca bi şehir onun ne de olsa. Toprağa gizlemek en iyisi diye düşünüyorum, kazıyorum.Çünkü insanların daha fazla zarar vermesine tahammül edemezdim. Çok derine inmek gerekmedi, gönülde ne kadar yer kaplardı ki, burada kocaman yeri olsun. Alışkındı dar alanlara. Kıyafetiyle aynı renk toprağa yabancı gelmedi çocuk, tek sığınanı bu değildi. Toprak sonun başlangıcıydı.
Uyandım, dün geceyi hatırlamıyorum beynim uğuşmuş, kapıda beni bekleyen kitaplarım, yazdıklarım ve eşyalarımı görüyorum. Sanırım gidiyorum.
Aynı yağmurun altında ıslanan binlerce insan, binlerce umut ve binlerce hüzün. Hayatın aksine doğa herkese adil davranıyor. Bugün şehirden önce uyandım. Benim gözlerime ne oldu miyop mu? Katarakt mı? Hayır hayır kör! Dünya'nın güzelliklerini göemiyorum. Çocuklaın neşeli seslerinin duyulduğu ses bile acı veriyor. Her salıncak kalbimi sallıyor yerinden. Her dönme dolap başımı döndürüyor olduğum yerde. Her çocuk hayatımdan aşağı kayıyor, uzanıyorum, tutamıyorum, birini bile...
Bu şehirde milyon tane anı var, birikmiş. Ben dayanamıyorum, dolduramıyorum defterimi daha fazla. Bu şehri yazamıyor artık kalemim, sanırım gidiyorum yeni hikayelere, yeni şehirlere. Bir karınca gibi sessiz ve küçük küçük yaşadın hayatını. Sahip olduğun tek azığın hüzünlerin, bu hayattan kilometrelerce uzaktasın, belki de yanı başımda bilmiyorum. Hayatıma durduğum yerden devam etmeyeceğim artık, eğer Osmanlı döneminde yaşasaydım, bir kervansaray olurdum yol kıyısında, ya da ücra bir köy de, bunu da bilmiyoum. Kendi ütopyamda yaşıyorum artık hayatımı, hükümetler devirip hükümetler kuruyorum.
Belki bir gün yine görüşürüz başka dünya da, çocuk.
Sanırım gidiyorum.
 


3 Ocak 2015 Cumartesi

Değişemem bu saatten sonra,
tam gaz ileri.
Titanik gibiyim
ama biliyorum
batıcam bi gün
Ve olan
içimde ölen binlerce insana
olacak.