21 Aralık 2014 Pazar

Yalnızlık

Yalnızlık, 7 milyar insan dolusu Dünya'nın en çelişik kelimesi.
Bu aşinalığımız ondan, çelişiğiz baya baya.
Çaba harcamak gerek bundan kurtulmak için, çaba harcamak için fedakarlık gerek, fedakarlık için yürek gerek ve en önemliside bunların hepsinin bir arada olması gerek...
Biz sevdiklerimizi hüzünle yoğuran insan topluluğu, öylesine mütevazi bir yaşam gözümüz alçaklarda
hayallerimiz gibi.
Gerçekleşmemek üzere kurduğumuz hayaller.
Hiç bestelenmemiş şarkıları dinlemek hiç yazılmamış kitapları okumak ve hiç sahnelenmemiş tiyatroları izlemek 
Bizim işimiz!
Bunun tek getirisi koca bir yalnızlık bol miktarda gerçekleşmeyek hayal ve sonsuz hüzün...
Koltukta oturmuş yaşamaya nerden başlayacağımı düşünüyoruz adeta, sonra sıkılıp bırakıyoruz.
Mutluluk soğuk
Havalar soğuk
Hüznümüz bizim sıcaklığımız.
Prospektüssüz bir hayat.
Zaten toplum olarak küçük yazıları okuyamıyoruz.

16 Aralık 2014 Salı

İstanbul dahil

Elbette insanlar seni üzecektir.
kimi şehirde bu hüzün fazla kimi şehirde az miktarda.
Fakat şehrine göre değişir bu tat,
bazı şehirler
hüzün yaşamak için kurulmuş adeta.
bazıları hüzünlendirmek için...
mutlu eden şehir görmedim.
İstanbul bile üşütüyor bu ara,
düşünsene
Fatih’in gemilerini karadan yürüttüğü İstanbul bile!
Yine de bağışıklığın her şeye hazırlıklı olsun,
sen yine de o gülen yüzünde
sen yine de o güzel yüzünde
erit gözyaşlarını.
Anlat içini, dışına.
Acaba iyi bir şey mi yabancı insanlarla konuşmak,
evet iyi bir şey.
İnsan en çok kendine yabancıdır, bazen.
Ama kendi kendine konuşana deli diyorlar;
bu insanlar ne diyeceğini bilmiyorlar.

13 Aralık 2014 Cumartesi

Eskici

Ahmet Arif’in hasretinden eskittiği prangalarını, makul bir fiyata üç tekerlekli arabası olan 2 çocuk babası bir  adama sattık, zira anlatamamıştı kendisini ne de olsa anlatılmayan her şey geri dönüşmeye mahkumdu bu ülkede.
Geri dönmeye değil,  geri dönüşmeye.
Biz hep geri döndüremediklerimizi dönüştürmeye çalıştık,
bir anıya, bir kabusa hatta zaman zaman bir kurbağaya.
kamyonların moloz yığılı kasaları bu kurbağalarla dolu ve her birimiz bir Sabahattin Ali’yiz, dün bugün ve yarın adına.
Bilimsel çalışmalardan sıyrılıp, bu pis’imsel  çalışmalar arasında toz da biz olduk dumanda.
Tanrı elbette Dünya’yı temizleyecek bizden.

28 Kasım 2014 Cuma

,,,

Cemal, Özdemir, Nazım hepsi bir oldu,
Şiir etti seni hayatımdan bu şairler.
Güneş gözlerimi üşütüyor,
hava içimi yakıyor,
yapraklar sağa sola gitmesin can bulduğu ağacın gölgesinden diye var yer çekimi.
Tüm kuvvetini buna adamak derdi.
İnsanların yeryüzünde olması bahane, bu yüzden dört bir kıtaya dağılışımız...
Bu şehir sen yaşayacaksın diye kuruldu,
yoksa deniz kenarı sahil kasabasında bir türkü tutturmak dururken bu bozkırda işi ne?
Belediye senin için düzenledi bu şehri, yeşili, kaldırımları seversin diye...
Ve sen tüm bunlara ihanet ettin diye başladı bu kentsel sövüşüm.

22 Kasım 2014 Cumartesi

O Palyaço Benim.

Ne renk bu hava?
Hangi yıldızlar bana yol gösterecek?
Değişen her şey adına bu mevsim aynı kalabilecek mi?
 Papatyanın kumarı yine üzecek beni
zira diyecek o kadın hiç sevmedi seni.
hazmedemedi bunu yağmur, durmadı, şehri kire bulayan insanları evlerine tıkadı.
Daha fazla ayak basmayın dedi, beni sokaklara attı.
Ben kirletilmiş bi anıydım oysa, temizlenemeyen.
Islaklığımla kaldım.
Bahar yalnızca bir kadın ismi bu mevsimde, belli ki Son'u gelmişti.
Fakat karıncalar sel baskınında hangi yetkilileri çağıracaktı, hangi kahvehanede kentin alt yapı yetersizliğinden dem vuracaklardı.
Karanlık çöktü, sokakta kimse yoktu,
ben de Turgut abiyi görürüm diye göğe baktım.
Ve dedim ki O Palyaço benim.

8 Kasım 2014 Cumartesi

Gösterisine gelinmeyen ilizyonist bendim, 
kendi kendimi kaybettim, 
kendim şaşırdım, 
kendimi bulamadım.

26 Ekim 2014 Pazar

Başkaldırı

Saatlerin geri alındığı iyi oldu, artık acımı bir saat eksik yaşıyacam, karanlık artıcak...
Dünya ruh halime bürünecek, ben seni 1 saat daha fazla sevicem.
Karanlığın ortasıda yolumu bulmak içinde seni yakıcam kalbimde.
Ne yakıtlara gelen zamlar, ne de apartman aidatı umurumda olmayacak.
Çocuk yetiştirmenin püf noktalarını anlatan seminerleri gereksiz bulup yine seni düşünücem.
Toplu taşımalarda boşluklara ilerlemicem, yaşlılara yer vermiyecem, kırmızı ışıkta geçip korna seslerine boğucam şehri, bacalardan çıkan o duman ben olucam.
Kapı önlerine, cami avlularına bırakılan çocuklar da ben olucam.
De/da'yı ayrı yazmıcam.
Yemeğimde kalan son lokmaları yemicem, sokak kedilerini yine sevmicem, ayakkabılarımı silmicem, saçımı taramıcam, yemek yemicem. Azrail geldiğinde ölmücem, ben sadece seni sevicem, sadece seni.
Ben bir saatim geri al beni.

19 Ekim 2014 Pazar

Ben senden ne yar olmanı istiyorum ne yara.
Bir keresinde beni anlamıştın, belki yine anlarsın.

Benden Kafka olmaz, olsa olsa kaka olur.

Milena.

30 Eylül 2014 Salı

Sonsö(u)z

Zayıfım, kelimelerin arkasına saklanabiliyorum, o koskoca insanlardan alıp başımı gidiyorum, noktalama işaretlerinden
hoplaya zıplaya sıyrılıveriyorum, insanlıktan kaçabilidiğim kadar kayboluyorum cümlelerde.
Kağıtları örtünüyorum üstüme, kalemin mürekkebinde arınıyorum...
kendimden,
bir nokta oluyorum,
bazen
bir harf
bir hece
bir kelime
bir cümle
bir deneme
bir  roman...
Yetmiyor diyorum yetmiyor!
Düşersem eğer sayfa sonundan , kitap ayracı ile kaldırın,
Sonsöz'e koyun beni.
Ve dillerinizde, sonsuz olayım.

12 Eylül 2014 Cuma

Büyüdüm

Yazıyorum bir çizgi üzerinde, o kelimeden o kelimeye atlıyor aklım, beynim.
her kelimeden sonra bir taş atıyorum oraya zıplıyorum, kanguru gibi heybeme koyuyorum acıları.
Acılar.
Gülücüklerimden ardına saklanan zamanlar, zamanın sıkıcılığıyla yoğrulmuş.
dertleri biz olmuşuz.
santim santim işliyor tenimize, hangi metre, cetvel ölçer bu hayatı.
Vücudumuzda ki damarlar Dünya'yı 2-3 kere dolaşırmış.
Acılarımızı uç uça ekleyince ne olur kim bilir.
Sararmış tenimizle mevsime ayak uydururken bir bir dökülüyoruz toğrağa, suya havaya.
Ne memnun kaldık hayattan, ne de umutlu.
Sahi Allah'ım bütün sevinçleri nereye kaldırmış, biz büyüdük.

17 Ağustos 2014 Pazar

Martı

Deniz ile martı arasında ki bağdan istiyorum.
Onları kıskanıyorum, sinirleniyorum, deliriyorum.
Oysa bende canlıyım, tutkunu olduğum bir şeyin üzerinde olamıyorum, üstünde yürümek istiyorum, onu üstten seyretmek istiyorum.
Ben simitlerimi çayla değil, deniz suyu ile yemek istiyorum.
Vapurlarla yarış yapmak, çocukların parmakla gösterdiği canlının ben olmasını istiyorum.
Yalan söylemek istemiyorum, 
sevmek istemiyorum,
Sevilmek istemiyorum,
Nefret istemiyorum,
Kıyafetler istemiyorum,
para hiç istemiyorum.
Çok şey mi istiyorum?
Çok şey istemiyorum.
Çok çok şey istiyorum...
Martı olmak kolay değil.
Bağışla beni Allah'ım
Ben sadece martıları kıskanıyorum.

Yaz dostum.

Bir yerden bir şeyleri koparıp almak kadar basittir yazmak, bir o kadarda zor.
Ya kanatır parmaklarını, ya da elinde kalır hissetmezsin bir şey.
Bir başladım mı gelir gerisi.
Hayata başlamak kadar çetrefillidir bir bakıma, bir gebe kalmadır, bir doğuştur.
Ama bir başladım mı gerisi gelir.
Yemek yemek kadar basittir, bazen. Açlık sırana göre dizersin, en sevdiğin kelimeler hep azdır, onları ya sona saklarsın ya da aralara serpiştirirsin,
Fakat bir başladım mı gelir gerisi,
Bazen de gelmez, öyle bir gelmez ki inanamazsın, alfabeyle savaşırsın, düşman olursun. Duygu savurursun her tarafa, ya çok seversin, ya da çok nefret edersin.
Hatta anılar...
Anılar gelir aklına, küçükken dersin, ben küçükken hiç bu kadar küçük olmamıştım.
Lakin bir başladım mı gelir gerisi, her zaman değil.

8 Ağustos 2014 Cuma

Ruh sana.

Ruhumuz, hiçbir paragrafın giriş cümlesi olamıyordu,
hiçbir şıkkın doğru cevabına atanamamıştı.
Türkiye'de ki boşta öğretmen sayısı ile eş değerdi.
yahut bir bitki de çiçek olamamıştı, ya sapıydı, ya da kökü.
çocuklara alınan bayramlık olamamıştı, sıradan günlük kıyafetti, ya işenmişti üstüne ya da yemek dökülmüştü.
Şöyle bir şelale olamadı doğada, olsa olsa bir bataklıktı fabrikaların atık yuvası olan.
başarılı bir öğrenci olamadı okulda, ya sınıftan atıldı, ya da ders alınmadı.
Aslına bakarsan ruh kendine bir yol bulamadı, çok istedi sevilmeyi, en çok nefret edilen yine kendisiydi.
Bedenle aynı yerde olamadı, ya içindeydi insanın, ya da dışında.

7 Haziran 2014 Cumartesi

Gün(b)aydın

Gece yolculuğunun verdiği haz ve yapmış olduğu can sıkıntısı arasında gidip gelirken gökyüzüne kaldırdım kafanı, kendini örtmüş bir çarşaflı kadın gibi simsiyahdı, göz gözü görmüyordu.
Dağ tepeleri görünmeye başladı, nerede olduğumun önemi yoktu, batıdan doğuya yaptığım bir yolculuk olarak varsaydığım seyahat, artık niyetini belli etmişti. Geldiğim yerden bir farkı yoktu gideceğim yerin, örneklerle açıklamıştı yollar, düzlükler, evler, insanlar....
Koca küpten, 3 adet altın çıkması gibi bir hayalkırılığıydı bu, aslında Dünya başlı başına bir hayal kırıklığı.
Sağlam olan hayallerimiz yok.
Hayallerimiz ya gerçekleşmiş, ya da gerçekleşmemiş.
Bizi bağlayan, tutku yaşatan ve o uğurda yaşatan hayaller rüyalarda dahi azaldı.
Güneş kendini gösterdi, karanlığa yazılabilecek sayfalarca kelime ve cümle varken, aydınlık öylesine mide bulandırıcı.
Gün(b)aydın.

2 Haziran 2014 Pazartesi

Bazen gözleri konuşurdu,
gözlerini tıpkı ağzı gibi kullanırdı,
bakınca anlardım,
gözüne baktım, ıslaktı,
su içiyor sandım,
ağlıyormuş,
ağlarken görmemiştim
bilemedim.

1 Haziran 2014 Pazar

ne kadar uzak olsa,
o kadar iyiydi,
o uzağı çok sevdi,
fakat uzak onu sevemedi.

29 Mart 2014 Cumartesi

Her Birey Bir Engelli Adayıdır!


Gözlerini dünyaya açamamalarıydı tek eksikleri,
Başlarını Gökyüzüne kaldırdılar tutunacak bir dal bulmak için,
Göremediler.
Ellerine bir değnek tutuşturdu hayat yaşasınlar diye.