elbette çevremde ki tüm gülleri dallarından koparıp sana getirmeyi isterim fakat yazık; mesela ben, yıkılmış eski bir ev gördüğümde bile hüzünlenirim hatta bazı meyvelerde dallarından koparılmamalı fikrimce
bir sokakta rastladım ruhuma,
aldım karşıma konuştuk biraz,
ağaç yapraklarından şiirler
gözyaşlarından makaleler yazmış bana,
deneme yanılma yoluyla sinmiş hayatıma,
sıkılınca giden, uzaklaşan,
hep değil ama bazen en içte olan,
ebedi,
kara bahtı kör talihi,
tecahül-ü arifi,
sanattan anlamayan komşusu,
yine de bir tek
kendisi,
masada,
taburesi,
çantası, kalemi, defteri,
içine tıkıldığı yerin bir adım uzağımdan bi'haber,
gözlerinin aralığında yaşadığı acılara
tüm iş sağlığı ve güvenliği merkezleri talip,
buradan iş çıkar,
yağmuru sever
ama ayaklarının ıslanması hoşuna gitmez,
yüreği soğumamış
ama sevgisi yüce,
kalbi temiz
ama hayalleri kapkara,
geleceği meçhul,
geleceği muamma,
gittiği yol yol değil,
taşlı,
çakıl,
gömleği kırışık
ama neşeli,
şimdiye sadık,
gelecekle kavgalı,
geçmişle merhaba merhaba,
bozkırda bir maraba,
akdeniz de kısa,
doğuda sert,
ege de rüzgarlı,
marmara da kalabalık,
karadeniz de alabalık,
her mevsim seven,
her yaz hüzünlenen,
küllerinden doğan,
evde anka,
büyüklerine saygılı,
küçüklerine sevecen,
dostlarına gereksiz,
koalaya fazla,
kendine Müslüman,
nesli tükenmiş, dinozor,
sıska, çirkin
Her yere yetişilir
Hiçbir şeye geç kalınmaz ama
Çocuğum beni bağışla
Ahmet Abi sen de bağışla
Boynu bükük duruyorsam eğer
İçimden öyle geldiği için değil
Ama hiç değil
Ah güzel Ahmet abim benim
İnsan yaşadığı yere benzer
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer
Suyunda yüzen balığa
Toprağını iten çiçeğe
Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine
Konyanın beyaz
Antebin kırmızı düzlüğüne benzer
Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir
Denize benzer ki dalgalıdır bakışları
Evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına
Öylesine benzer ki
Ve avlularına
(Bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmıştır kalbi)
Ve sözlerine
(Yani bir cep aynası alım-satımına belki)
Ve bir gün birinin adres sormasına benzer
Sorarken sorarken üzünçlü bir ev görüntüsüne
Camcının cam kesmesine, dülgerin rende tutmasına
Öyle bir cıgara yakımına, birinin gazoz açmasına
Minibüslerine, gecekondularına
Hasretine, yalanına benzer
Anısı ıssızlıktır
Acısı bilincidir
Bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan
Gülemiyorsun ya, gülmek
Bir halk gülüyorsa gülmektir
Ne kadar benziyoruz Türkiye'ye Ahmet Abi.
Bir güzel kadeh tutuşun vardı eskiden
Dirseğin iskemleye dayalı
-- Bir vakitler gökyüzüne dayalı, derdim ben --
Cıgara paketinde yazılar resimler
Resimler: cezaevleri
Resimler: özlem
Resimler: eskidenberi
Ve bir kaşın yukarı kalkık
Sevmen acele
Dostluğun çabuk
Bakıyorum da simdi
O kadeh bir küfür gibi duruyor elinde.
Ve zaman dediğimiz nedir ki Ahmet Abi
Biz eskiden seninle
İstasyonları dolaşırdık bir bir
O zamanlar Malatya kokardı istasyonlar
Nazilli kokardı
Ve yağmurdan ıslandıkça Edirne postası
Kıl gibi ince İstanbul yağmurunun altında
Esmer bir kadın sevmiş gibi olurdun sen
Kadının ütülü patiskalardan bir teni
Upuzun boynu
Kirpikleri
Ve sana Ahmet Abi
uzaktan uzaktan domates peynir keserdi sanki
Sofranı kurardı
Elini bir suya koyar gibi kalbinden akana koyardı
Cezaevlerine düşsen cıgaranı getirirdi
Çocuklar doğururdu
Ve o çocukların dünyayı düzeltecek ellerini işlerdi bir dantel gibi
O çocuklar büyüyecek
O çocuklar büyüyecek
O çocuklar...
Bilmezlikten gelme Ahmet Abi
Umudu dürt
Umutsuzluğu yatıştır
Diyeceğim şu ki
Yok olan bir şeylere benzerdi o zaman trenler
Oysa o kadar kullanışlı ki şimdi
Hayalsiz yaşıyoruz nerdeyse
Çocuklar, kadınlar, erkekler
Trenler tıklım tıklım
Trenler cepheye giden trenler gibi
İşçiler
Almanya yolcusu işçiler
Kadınlar
Kimi yolcu, kimi gurbet bekçisi
Ellerinde bavullar, fileler
Kolonyalar, su şişeleri, paketler
Onlar ki, hepsi
Bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlere büyüyenler
Ah güzel Ahmet Abim benim
Gördün mü bak
Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar
Ve dağılmış pazar yerlerine memleket
Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile
Gelse de
Öyle sürekli değil
Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün
O kadar çabuk
O kadar kısa
İşte o kadar.
Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar
Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar
Mendilimde kan sesleri.
bir yanım aydınlık, bir yanım karanlık, bu arafta, bir mermer ustası gibi işledim seni yüreğime el sürülmez bir yangın içimdeki içi beni, dışı da belli ki seni yakıyor, beraber yanalım ne çıkar?
İçinden çıkılamaz bir hal alıyordu hayat beton değildi ağır olan çığlık çığlığa bir perşembe pazarı da değildi kalan uzuvlar şükür sebebi alınan her nefes veresiye defterine yazılıyordu herkesin bir hesabı vardı yanına sığıındığı dolapla ve kesilen her ses bir kefen daha demekti acılı, kanlı ve kimsesiz, duyulan son ses ise ''sesimi duyan yok mu?''
kadın yine balkonu yıkıyor bir kova suyla dökülüyor taş yapının beton duvarları sudan değil, yalandan! zehrini ilk yakaladığı yere bırakandan yılandan hiç değil yalandan!
insanlar beni yanlarına sığdırabilsinler diye zayıfım insanlar beni yüreklerine alıp atmasın, hemde yük olmayım diye zayıfım kollarını açıp beni beklediklerinde onlara daha hızlı koşabilmek için zayıfım kollarının arasına sığabilmek için zayıfım olur ya, çiçeklerin üzerine basarsam, canları yanmasın diye zayıfım karıncayı incitmemek için zayıfım yeryüzünde bana ayrılan bölüme daha fazla sen dolsun diye zayıfım öldüğümde insanlar, beni rahat taşısınlar diye zayıfım