26 Aralık 2016 Pazartesi

zürafa

uzaksın,
uzanabilmek için karanlığın içinden,
sana
zürafa olmayı isterdim,

terbiyesiz

bu karanlık almış başını gitmiş,
ben,
ben terbiyesizleşmişim,
gözlerinizi fotosentezle boyuyorum,
koşabilmek için,
renkli çoraplar giyiniyorum,

musluk

bir sandalyeye oturmuş kitaplarımla,
kanıyorum, en sağlıklı halimle,
belediye bir havuz kursa güzel süs olur damarlarımda akan kandan,
hani fıskiye dediklerinden,
sonra el alem gelip izler beni,
asgari hayatlı varoş mahalle çocukları doluşur içime bir yaz vakti,
beyazdan griye çalan o minik çamaşırlarıyla,
sonbaharda yapraklar kaplar üstümü,
sararırım,
utangaç olurum,
zira biraz kirlenirim,
kışın donmayım diye kaparlar muslukları mı,
ben her bahar yeniden coşarım,

hiyerarşi

hiyerarşik kavgalarım olmadı belki,
ama hiyerarşik sevgiler besledim
ruhumun kraliçesi dediğime,
gönlümün yarısı boş mu
yoksa dolu mu gibi
aslında hiç de felsefi olmayan,
düşüncelere sarıldım
aynı yer de farklı masalarda oturduğumuzda,
ömrü kısa bakışlarımız oldu
kalabalıktan süzülüp yiten görüntülerimiz de,
kahve kokusuna karışan kokun yansıdı bakındığım camda,
benzettiğim şeyin sana benzediğini,
hatta sen olduğunu hissettim
parmak uçlarımda dahi,
ve sen görme diye sırtı dönük buğulandım,

insan

insanlardan daha çok şey anlatır martı sesleri,
ve kayalara vuran dalgalar daha şairdir,
şairlerden

20 Aralık 2016 Salı

yâd

buzların ardından bakıyorum sana,
buzlara yazıyorum,
henüz katıyken,
o diye başlıyorum,
güzel cümleleri olan,
güzel dudaklara sahip,
ve dört gözle beklenen,
uzak,
yabancı,
gezmesini seven,
gülmesini bilen,
ismi özel,
huysuz bazen,
sinir eden,
yüreğim elinde olanım,
yanımda olmayanım,
yâdında olduğum,
soğuk,
gece gibi dingin ve sessiz,
gündüzden uzak,
gece benim için yaratılmış gibi,
bütün hayatım gece gibi,
ve her gece,
ve dahi fazlası,

kabak

saklambaç oynarken ben hep duvar olurdum kitaplık rafında,
kahvaltıda masadan damlayan reçel de bendim
çaresiz bir yerçekimine yenilmiş,
ben o geç gelen bahar,
ben yalnızca bir kabak tatlısıyım,
ben tekerleğinin biri aksayan bi at arabasıyım,
arızalı ama iş görüyorum,
bütün kendimleri aldım, gidiyorum,
ama nereye kadar götürürüm,
bilemiyorum,

isa

küçükken sahip olduğum oyuncak sepetinden çıkmış gibisin
hazreti isa tasvirlerinden daha fiyakalı ruhun,
bir şarkının içinde buldum fotoğrafını,
biraz buğulanmışsın,
nefesimle mi çizdiler seni?
yükseklere çıkmış bir uçurtmayım,
salına salına seni ararım kuş bakışı,
kana bulanmış şehrin,
en temiz caddesinde gibisin,
ışıklara sığınmış,

16 Aralık 2016 Cuma

atlı karınca

kış,
üşümüş ağaç dalları birbirine kenetlenmiş,
sen atlı karınca da birbirine koşan
ama asla yetişemeyen minik kurbağasın
ve ben koşuyorum dönerken sen,
yamacında,
başımı döndürüyorsun

15 Aralık 2016 Perşembe

tel

alacalı bulacalı bir şemsiye
askıdan çıkıp kurtulmak için,
yağmuru beklemiş,
yağmura direnmiş,
anılar biriktirmiş,
rüzgara karşı durmuş,
ardına bile bakmadan uçup gitmiş
ama bir tele boyun eğmiş,

12 Aralık 2016 Pazartesi

poşet

ulaşamadığım bütün etler zehirli,
çıktığım her yolda ellerimle dikenli tellere takıldım,
bir poşet,
belki de bir çuvaldım,
parçalanmış,
arkasından koştuğum bütün trenler hızlı,
uçurduğum bütün kuşlar hastalıklı,
yeşerdiğim yerde bombalar patladı
ve nefesi kesilen bütün canlılar,
ülkemin vicdanı,

10 Aralık 2016 Cumartesi

geyik

paspal bir geyiğin
hüzünlü buruk tüyleri,
nadide bir çiçeğin
kırık dökük dalı,
huzursuz bir şairin
eğreti şiiri,
sıcak bir düşün
soğuk solgun kahramanı,
eski bir adamın
eski eşyaları,

boğaz

martılara atılan her simitle,
boğazıma durdu, koca İstanbul,

jeton

jetonla çalışıyorum bu günlerde,
içime attığım kederle faaliyet gösteriyorum,
bir kafesin içinde,
bir lirayım

çiğ

belki de korkulması gerekir çiğ et yiyen tavuklardan,
dağda ses yapınca gümbür gümbür gelen çığdan daha çok üstelik...
bir başımıza kurduğumuz dünyanın
sıcağı da soğuğu da biziz,
hayat üstümüze düşen kar taneleri,
hayal karşımızda tüten ateş
ve biz uzanıp tuttuğumuz ellerimiz,
ne kadar sıkı sarılırsak o kadar iyi
ve ne kadar kara batarsak gönlümüzle,
o kadar üşümeyiz...
kahveleri hazır et,
botlarımı giyip,
geliyorum,

melodi

dağları aştım geldim,
ellerimde çiçeklerle,
yüreğine serptim,
gül kokulu bahçelerine doğru uzandım,
kalbini dinliyorum,
hiç bilmediğim
ve çok sevdiğim bir melodi bu,

el arabası

bir el arabası,
bir gün parka gitmiş,
hava bozmuş,
herkes dağılmış evine,
el arabası
hala salıncak sırası bekliyormuş,

29 Kasım 2016 Salı

kızılderili

ve eğer bilseydim,
seni fransızca öper
sana italyanca sarılırdım,
şimdi ise bir kızılderiliyim karşında,
ilk insanım,
yüreğinde kendimi icat edeceğim,
ateşle,

model

fiyakasız eski bir modelim,
renkli ışıklarla bezensem de,
sırıtıyorum aranızda,
masmavi
ruhumla,

seccade

güneşe çıkmış,
yaşlı bir dede,
yalnızlığı
gözlük,
ağrısı
diz,
sevinci
diş,
ruhu
seccade,
huzuru
kuran,
beklediği,
ölüm,

boğdum

bir gece düşümde gördüm çocukluğumu,
uyuyordu,
ve gece vakti,
nefesimden dahi rahatsız olmasın diye,
kendimi boğdum,
ellerimle,

26 Kasım 2016 Cumartesi

kedi

kedileri sevmezdi,
beni kedilere benzetirdi bazen,
beni severdi,
ben sokakta dolaşan yeşil bir kedi,
üşüyorum,
şiir bile ısıtamıyor içimi bazen,
türküler sarıyorum kendime
çare olmuyor,
kitaplar örtünüyorum nafile,
merdiven inerken
ve çıkarken de ayrıca,
üşüyorum,

25 Kasım 2016 Cuma

yasa

o denize karşıydı bende ona,
hükümetin yaptığı yasaya karşı olmaktan farklıydı biraz,
sevecendi,
içtendi,
çayı demler,
sohbete dalıp ocakta unuturduk,
güzeldi,
ve uzaktı...
dağları denize paralel,
sandalyesi dik uzanırdı,
benim ellerim ise uzanmazdı,
uslanmaz bir yaraydım hücremde,
elleri bana da uzandı,
doğayı,
yeşili,
birde kollarını açmayı severdi,
kuşlara tutuna tutuna gezer,
ağaçlara salıncaklar kurar,
uçsuz bucaksız yollar da,
kaybolmak isterdi,
yüreği sıcacıktı,
kışın bile,
ve bana ait olan her şey,
biraz da onundu,

omuz

dökülüyorum dünyana, mevsim
belki bir gün şehrine gelirim,
zıplaya zıplaya,
yüreğinde ki,
ve eğer gelirsem,
sonbahar isterim,
saçların,
omzuma
dökülsün isterim,

toros

dalları incecik bir ağaç
mevsime direnen,
lambası patlamış bir sokak lambası
karanlığa direnen,
uzan zaman önce sönmüş bir dağ
soğuğa direnen,
dönemin en çekicisi, şimdinin eskisi Toros
yollara direnen,
yer yer çatlamış yol
yağmura direnen,
ve otobüs camında ben,
kendine direnen,

20 Kasım 2016 Pazar

vahşi

bir nakliye dükkanı açacak
silaha,
bir anıyı besleyecek
güce
sahip değilim,
vahşi, yırtıcı hikayelerim var benim,
kopan parçalarım var
kanayan yerlerim var
hepsi dağdan inmiş bir çakal sürüsüne ziyafet,
parçalanmış hayallerimden
tekrar parçalanıyorum
yalın ayak, bir başıma
parçadan bütüne gidiyorum,
uzanıyorum kumsalın en kızgın yerine,
meyvelerim düşmüş yerlere,
hepsi çürük,
dağılmış pazar yeri huzurum,
tuzlu sular basıyorum yaralarıma,
sonra gidip bir su tabancayla,
bütün kapıları vuruyorum,
elimde bir simitle
hayata
bakış açımı doyuruyorum,
ve kendimi öldürmeye,
ayaklarımdan başlıyorum,
patiklerimle,

13 Kasım 2016 Pazar

örümceklerin üzerimde ki
ağlar,
siz bilmezsiniz,
örümcekler de
ağlar,

12 Kasım 2016 Cumartesi

şiir

elbette
tüm yaşanılanlar şiir,
gerçek hayatta
olmaz böyle,
bir takım
hüzünlü,
şeyler
ve daha da
şiir olunabilirdi
kalem
tükenmeseydi

devlet

aynası kirli,
hükümeti düşmüş bir devlet büyüğü
sakallı,
mütemadiyen,

karga

gökyüzü mahkumu bir karga,
yüzyıllık yalnızlık,
içinden,
keşke bir fil olsaydım da
bir su kenarında sıcak yaz günlerinde
hortumumla ıslanıp serinleseydim
der,
kafesine mahkum,
ziyaretçilerini
bekliyor,
kabuklu yiyecekle de olsa
geliniz

Erciyes

Erciyes,
beni sever,
çünkü Erciyes'e kar,
ben üşüdüğümde yağar
ve sen olsan olsan
Erciyes olursun,
bu şehirde

atkı

karşında bir ağaç gibi dimdik duruyorum,
bilirsin,
bu mevsim yapraklarımı ayaklarına seriyorum,
kimsenin okumaya cesaret edemediği kitapları sana okuyor,
sabah öğle akşam şiirini eksik etmiyorum,
ceketimi taşıyamadıkları için
bütün kapılarım harap,
ceketim hep elimde,
ve inanıyorum ki
bir elime seni
bir elime ceketimi verseler
aşağı yukarı böyle bir hayattan daha iyisi,
olurdu,
atkı ile boğmak istiyorum kendimi,
annemin patlıcanları gibi
kendimi ipe dizmek istiyorum,
kaç taneyim,
saymadım,
bilirim seversin patlıcanı,
oysa ben bir patlıcan bile olamıyorum,
perdeler çekiliyor dünyaya
günler delip geçiyor sırayla,
ben ise bir köşeden fotosentezle,
seni izliyorum,

ateş

sana ateş olanı söndürürsen
ısınamazsın

aslan

aslan bile yıkılır kederden,
hani şu ormanın kralı dedikleri
aslan bile,

2 Kasım 2016 Çarşamba

kerpiç ev

ekmeğime katık ediyorum yaprakları,
sonbahardan kaçırıyorum,
gözüm doysun diye,
okyanusları içiyorum ,
bir kaşık su boyumu aşıyor,
leylasız diyarlardan geliyorum,
kimsenin ağlamasını görecek kadar 
yanımda olmasını da istemiyorum artık,
güneş ışıkları teğet geçiyor yüreğimi,
kerpiçten bir evde üşümemek için,
odun toplamaya gidiyorum,
mevsimsiz topraklara,
altı ay gündüz, altı ay yalnızım,

30 Ekim 2016 Pazar

deve kuşu

saçlarımdan dökülüyor yıllar,
koptukça her biri,
yitiriyorum
bir şeyleri,
insanları,
günleri,
sonra denize salıp huzurumu,
izliyorum bir tepeden,
boğuyorum ülkenin tatil cennetinde,
celladı oluyorum yaşamımın,
deve kuşu gibi
yerle bir olup,
toprağa gömüyorum başımı,

29 Ekim 2016 Cumartesi

yün

saçlarım uzamış,
sakallarım darmadağın,
yorgunum,
eski bir köy kasabasında dokunmuş,
keçi yününden bir battaniye ellerin,
ben şimdi,
ince bir örtü ile
üşüyorum,
soğuk
kış geceleri,

28 Ekim 2016 Cuma

cigara

kışı severdin,
soğukta cigaranı ellerini siper ederek yakardın,
konuşurken dudağında sigara ,
aşağı yukarı kıvılcımlar saçarak ilerlerdi,
konuştukların kalbime dokunurdu,
sanki salına salına uçan bir martıydın da
tüm şehir seni izlerdi
kış vakti,
gönlün güzel,
yüreğin yaralarla doluydu,
bir parça da benimle,
öyleydin işte,
bazen severdin,
konuşmayı severdin,
dinlemesini bilirdin,
insana,
insan olduğu için değer verirdin,
gözlerini kaybederek,
gülerdin

ışık

beni yüreğine öğrettikten sonra
daha fazla cümle içinde kullanmalıydın,
aklından geçerken takılıp düşmüşte olabilirim,
bilmiyorum
sözcüklerin geliyor aklıma
konuşurken ağznın aldığı şekli ve tatlılığı düşündükçe,
boynuna bir taşra kurup orada yaşamak istiyorum,
tanıdığım en güzel yabancısın,
cümlede ki ironi senin sayende güzel, bence, uzaksın,
seslenemicem sana
bilmiyorum nerede olduğunu,
ama yazabiliyorum,
bu güzel,
yüreğinle harmanla beni, ışık saç
saç ki
bulabileyim
seni,

24 Ekim 2016 Pazartesi

çatal

beklediğim tren gelmeyecek belki,
ama ben vazgeçmicem
tren raylarında fotoğraf çekilmekten
ve doğanın resmini çizmekten,
mütemadiyen ressamım bu sabah,
kahvaltı masamda,
bana maruz kalmayın,
rüzgar çıktığında önce kendinizi sakının,
tozdan tufandan,
tabi ki çatalla sadece yemek yenir,
ama olsun,
siz yine de saçmalayın,
benim tabelam söküldü yerinden
üstelik iki dükkan yanda falan da değilim,
müsvedde kağıttan yapılmış,
marinasız bir sandalım,
beklediğim yer de

çivi

duvardaki çiviye asıp kendimi,
takvim oldum,
her gün koparılıyorum,
bütün mektuplar isimsiz
hüzün kutumda,
bütün mektuplar,
boş,

23 Ekim 2016 Pazar

boğulmak

savrulmakta bir yere kadar
toprak olup gitmek kaderi,
ağaçtan düşen yaprağın,
boğulmak için,
ille de denize girmek gerekmez,
en çok karada boğulur da insan
ağaçlar arasında
yaşamaya çalışır,
insanla yaprak bu nokta da ayrılır,
birbirinden,

20 Ekim 2016 Perşembe

mandalina

belimi büktü yokluk,
deste deste diziyorum yalnızlığımı,
ben sisli soğuk havalarda pek üşümem aslında,
ama böyle havalarda yakar belediye,
kurduğum bütün cümleleri bir sokak lambasıyla,
üstelik buna çare olucak üç haneli telefon numarası bile yok.
geceleri kara çarşafa dolanmış faişe bir kadın karakteri oynayan sözde kocaman şehrin
çıktığım bütün sahnelerin de
kapalı gişe oynadım,
kalabalıktı adımlarım,
uğultuluydu kulaklarım,
ve ben kaçmak için onlardan,
hep acil çıkış kapılarını kullandım,
derdimin devasını kaybettiğim yerde
bir kedi bir köpekle kavga etti,
ve geçtiğin yoldan kokunu içime çeke çeke geçeli
sadece bir kaç dakika oldu,
çantamda,
bir kitap,
bir mandalina,
bir de sen
ile,

10 Ekim 2016 Pazartesi

yaprak

ruhun çiçek,
iklimin yok,
suya, minarele ihtiyacın yok,
her seferinde kökünü kazısanda,
her seferinde kurusanda,
yine filizleniyorsun,
renksiz, kokusuz, arsız
yabani bir çiçek gibi,
hiç bir terra rossa kabul etmez seni,
barınamazsın,
yüreğimden başka,
ben ise
gönlünden düşen bir yaprak olmuşum,
mevsimlerden olsa gerek,
olsun,
yine baharlar gelir,
yine çiçek açarım,
gönlün de,

7 Ekim 2016 Cuma

şair

hayatta hiç gitmeyeceğim bir yer de gördüm
benden yıllarca önce yaşamış şiirler yazmış ve ölmüş olan şairin dizelerini
ölüm sebebi verem,
orada yalnızdım ve ondan başka kimsem yokmuş gibiydi,
onun acısını benim acıma katarak hissettim
ve onunla beraber sanırım
bende oracıkta,
bir başıma
öldüm

vagon

bencillikle vefa arasında gidip geliyorum
istiklal de ki eski bir vagonla,
içimde insanlar taşıyorum
içimden insanlar taşıyor,
yeryüzünde bir su kaynağı bulmak için derine inmek gerekir,
o kara makinayı vücudumun bilmem kaç kat altına itiyorum da,
bir damla çıkmıyor yüzeye,

6 Ekim 2016 Perşembe

01.11

hortumlu bir karanfilin üzerinden atlayan kurbağa ile ilk öpüşmemizde
bir aile kanal değiştirdi,
evin tabloları ilk o zaman incelendi
ve duvarda ki takvimin ertesi günü doğum günümdü
çivi çakmayı da oldu olası beceremezdi,
saat yamuk duruyor...
sonbaharla birlikte bende yerlere saçıldım,
bahar temizliği gerekli sanırım yüreğime,
her şiir de geçmese olmaz bu
et parçası,
bir şehrin meydanı gibi,
bir avm'nin tuvaleti gibi,
bir stadın sahası gibi,
bir evin neşesi gibi,
bir arabanın yakıtı gibi,
olmazsa olmaz bu yürek denilen meret,
hortumlu bir karanfil kurudu bu yürekte,
üzerinden atlayan kurbağa öldü
ve duvardaki yamuk saat 01.11 de durdu,

1 Ekim 2016 Cumartesi

Dar alanda kısa paslaşmalar

"Ne kadar acı çekersen çek şunu hiç unutma çizilecek bi yer hep vardır ve çizecek bi yer. Ressam olur bazıları başkalarının kalbini kazıya kazıya ya da resim olurlar senin gibi kazına kazına."

filyos

bir filmin ilk dakikalarına benziyor deniz,
her şeyden habersiz,
sakin
ve
akşam,
bir şiir kitabını
andırıyor
doğa,
bir sevgili kadar
güzel
ve filyos
bir kadına benzer,

25 Eylül 2016 Pazar

Arkadaş Zekai Özger - Günler Perişan

yırtarak geçiyor kalbimizden
hayatı da törpüleyen zaman
şuramızda birşey var
acıya benzer
umuda benzer
böyle günlerde hayat
hem acıya, hem acıya benzer
gün ölümle başlatıyor hayatı
her şafak taze bir ölünün üstünde doğuyor
her sabah ölümü anlatıyor gazeteler
sol köşede ölümü kutsallaştıran bir fotoğraf
yeni bir cinayetin röntgenini çıkartıyor gövdeme
beynim sabırla keskin
iğdişliyor haber bültenlerini, yorumları, sahte ölüm ilanlarını
bizim ilanlarımız çoktan verilmiştir
gelirse de bilinir nerden ve nasıl
böyle ölümün yücedir adı
ha kanağacı canım, ha gelincik tarlası
çünki ölümün kanıdır besleyen
bir başka baharın tohumlarını
şuramızda birşey var
bizi onduran şey
acıya saran
umudu kuşatan
kalbim: kalbim mi desem
var kalbim: yaşayan ben
hayatla ölümle cinayetle
gazetelerde, radyolarda, eski üniversitelilerde
eski prof hocalarla
yaşayan ben: geç mi kaldık/kabul edemem
ah benim sevgili annem
oğlunda elbet yurtseverden
birgün bırakırda sizi yüzüstü
yüzüstü değil: elbette bizüstü
bırakır da: kötü sarmaşıkları, yaban güllerini
bırakır da: sekizyüzlük hırtları, şunları, bunları
giriverir senin sıcacık kucağına
yani hem sana karşı, hem senin için
giriverir o yanılmaz tarihçinin yaprağına
ölüm mü dedim annem
ölüm senin gibi güzel annelerin
senin gibi güzel çocuklar feda etmiş
o tarih atlasında
bir kırmızı gül olur ancak
koksun diye çocukların bahçesi
şuramızda, tam şuramızda
kanserli bir virüs gibi kanımıza karışsa da bizi yaşatan günler perişan
işte bir bir kırıyorlar  dalıylan
yeryüzünün olgunlaşan meyvelerini
çünki biliyorlar vakit dar
oysa dalları kırılmayan ölür mü sonsuz ağaç
hayatı pekiştiren kökümüz var
dünyayı emeğe kazandırmak için
hayata ve ölüme sonsuz bir anlam veren
kanağacına sözümüz mü var
biz şimdi gidiyoruz gibi ya dostlar
birgün döneriz elbet
acısız, adsız
ölümsuyu sürünün
sürünün ölümsuyu
bir ölü bir dirinin kanıdır
besler hayatsuyu
şuramızda, tam şuramızda
tarihe nasıl anlatsam
ey anneleri korkutan
bizi yaşatan kan
günler perişan

titanik

saygı duymaktan sağır oldu kulaklarım
ilk yalanı acaba hangimiz söyledi
acaba ilk ne zaman kandırdık kendimizi,
kim bilir,
hikayesi olmayan bir türküydü birlikteliğimiz,
birlikte oluşumuz,birliktelik?
acaba beni hangi bataklık prense dönüştürdü,
yapraklar üzerinde bir kurbağa iken,
pek bir eğreti durdu çünkü üzerimde...
bir hazır çorbayla intihar edilebilirdi ama ben yaşamayı seçtim,
hemde seninle,
batan bir titanikten filikaya binip kaçabilirdim,
ama yapmadım,
yapamadım,
ha olaki ölürsem de,
gönlümüz sağolsun,
en azından yerim belli,
başka türlüsüne gitmiyor yüreğim...


29 Ağustos 2016 Pazartesi

motor

hayalleri vardı, asfalta 
şeritten şerite koşuşmak,
okula geç kalan çocuk telaşıyla bir yerden bir yere uçuşmak,
tozlu havaların ertesi yıkanmak gibi,
ama kader onu
bir bodrumda,
bir çiftelliye 
şahit etti, hemde
en yakın arkadaşı 
eski bir bebek arabasıyla...

Nilgün Marmara - Kuş Koysunlar Yoluna

Bir karga bir kediyi öldüresiye bir oyuna davet ediyordu. Hep böyle mi bu?
Bir şeyden kaçıyorum bir şeyden, kendimi bulamıyorum dönüp gelip kendime yerleşemiyorum,
kendime bir yer edinemiyorum, kendime bir yer... Kafatasımın içini, bir küçük huzur adına
aynalarla kaplattım, ölü ben'im kendini izlesin her yandan, o tuhaf sır içinden! Paniğini kukla yapmış
hasta bir çocuğum ben. Oyuncağı panik olan sayın yalnızlık kendi kendine nasıl da eğlenir. Niye izin vermiyorsun yoluna kuş konmasına
niye izin vermiyorum yoluma kuş konmasına niye kimselerizin vermez yollarıma kuş konmasına?
"Öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna" bir çocuk demiş.

28 Ağustos 2016 Pazar

fikrimce

elbette
çevremde ki tüm gülleri
dallarından koparıp sana getirmeyi
isterim
fakat yazık;
mesela ben, yıkılmış
eski bir ev gördüğümde bile
hüzünlenirim
hatta bazı meyvelerde dallarından
koparılmamalı
fikrimce

20 Ağustos 2016 Cumartesi

Arkadaş Zekai Özger - Hüzün Mevsimi


gece
bir tabut gibi çöker omuzlarıma
bir ölünün iç çekmesi olur rüzgar
hüzünle düşünürüm uzaktaki bir evi
yıldızlar sayılmaz: hasret uzakta
hasreti bir ben bilirim
bir de gecenin gözlerindeki baykuş
baykuş kötü kuş baykuş çirkin kuş
onu hüznümle güzelleştiririm. hüznümle
süsler. bir damın üstüne oturturum
süsler. Damımın üstüne oturturum
-sizi hiç bu kadar yakından görmedimdi
yıldızlar sayılmaz: hasret uzakta
abimin acıyla yontulmuş yüzü
yaşlı bir güvercin gibi düşer avuçlarıma
dağılır ses olur acısı
ezberlediğim bir öğüdü yineler bana
-çocuğum üşütme yüreğini
şimdi hüzün mevsimidir bütün şiirleri gezen
ben doğma büyüme evciyim göç benim harcım değil
hasret bana çabuk dokunur yalnızken karanlıktan
korkarım
mesela mevsim kışsa yağmur yağıyorsa
mesela annem de yoksa yanımda
mesela, şimşek de çakıyorsa ben çok korkarım ağlarım
-ana bana kurşun dök. dua oku. üfle ana
ana ben daha çok küçüğüm. bana ninni söyle ana
yalnızım. bunu hep söylüyorum
yalnızım. bunu hep söylüyorum
geceyi çarmıha geriyorum kimseler tapmıyor
hüznümü ölçeğe vuruyorum yüreğine sığmıyor
her şey ne kadar olabilir meraklanıyorum
yüzüme dokundukça tırnaklarım kanıyor
yalnızlığımı hüznümle yoğuran gece
öyle basitsin ki sen bütün şiirlerin içinde
biliyorum. biliyorum bunu da biliyorum
gökteki yıldızlar kadar dizeler yazılsa da
kendime kendimden başka kendim yok
ne utancımı kuşanan bir sevgi
ne çirkinliğimi öpen bir kız
yalnızlığımdan yalnızlığım yalnız
-ana bana bir hal oldu. hep böyle titriyorum
ana çok üşüyorum, ıhlamur ısıt bana
yıldızlar sayılmaz: hasret uzakta
ben sevgiye hasretim, sevgi uzakta
ey insanlar
ey gecede unutulmuşluğumun yargıçları
iğrenerek öpüyorum parmaklarınızı
iğrenerek. hepinizi kucaklıyorum ilkin
ağzınızı dudaklarınızı dişlerinizi öpüyorum
bilmiyorsunuz. ben kendimi öpüyorum
cinsel bir çiftleşmedir çarşaflar
ıslak bir gece en fazla kendini çoğaltır
bir solucan vücuduna yeni bir halka ekler
döllenir acı. sevişme daha da erselikleşir
-hü'yü tanıdım size anlatmalıyım bir gün
size bir gün mutlaka hü'yü anlatmalıyım
geceyse
tükenmişse güneşin güçlülüğü
gök gözlerinin buğusunu yansıtır
senin acın acıların ölümüne gebedir
korkma yavrum
ne gece ne geceler senin
suçsuz mızıkçılığını küçültemez
bir çirkini öpmek için uzattığın yüreğini
güzelleşip bir sevginin göğsüne yatmak biraz
biraz yorgun biraz korkak bir insan sevmek biraz
dayayıp sırtını gecenin duvarına
bir ölünün ağzını dudağını öpmek biraz
yıldızlar sayılmaz: hasret uzakta
ben sevgiye hasretim, sevgi uzakta
ey kanımda tefler çalan mevsimle gelen
sesimi çakallarla boğan gece
hüznüme vur acımı soy
beni de kuşat
boris karlof kadar masum yüzümü
karanlığınla frenkeştaynla
çünkü artık büyütmeliyim içimde nefreti
kalbim ki yıllardır iyiliğe abone
nerde bir insan görse
bırakır sevgi kuşlarını
çünkü o bağışlar yargıçlarını
kendi yasalarını kuramıyan yargıçlarını
ey gecede unutulmuşluğumun suçluları
ey yanlışlığımın yanlış yargılayıcıları
suçum: nefreti öksüz bırakmak
savunmam: sevgimi yüceltmek içindir
sakalım yok biliyorum ama kötü değilim
büyükleri sayarım küçükleri severim
çocukları incitmeden severim. kadını öpmesini
bilirim
sizi de sizi de öpmesini bilirim
-ana ben çok yalnızım. benim başka sevgim yok
içimde utanç çiçeği gibi büyüyor hü
kural tanımayan sevgim benim
aykırım fizikötem doğaüstüm yanlışlığım
aşkım. sevgili yanılgım benim başyargıcım
nefretim nefretim nerdesin
kalbim
bir gün elbette sana hükmedeceğim
elbet geçer bu hüzün mevsimi
bir baykuş bir serçeyle arkadaş olduğu gün
o gün size sevinci de anlatıcam
bir solucan bir leylekle çiftleştiği gün
o gün bahar mevsimidir size aşkı anlatacağım
ve bir gün elbette yıldızları sayacağım
-gelin kucaklayın beni. yıldızları sayamıyorum.