kış, üşümüş ağaç dalları birbirine kenetlenmiş, sen atlı karınca da birbirine koşan ama asla yetişemeyen minik kurbağasın ve ben koşuyorum dönerken sen, yamacında, başımı döndürüyorsun
gökyüzü mahkumu bir karga, yüzyıllık yalnızlık, içinden, keşke bir fil olsaydım da bir su kenarında sıcak yaz günlerinde hortumumla ıslanıp serinleseydim der, kafesine mahkum, ziyaretçilerini bekliyor, kabuklu yiyecekle de olsa geliniz
savrulmakta bir yere kadar toprak olup gitmek kaderi, ağaçtan düşen yaprağın, boğulmak için, ille de denize girmek gerekmez, en çok karada boğulur da insan ağaçlar arasında yaşamaya çalışır, insanla yaprak bu nokta da ayrılır, birbirinden,
"Ne kadar acı çekersen çek şunu hiç unutma çizilecek
bi yer hep vardır ve çizecek bi yer. Ressam olur bazıları başkalarının kalbini
kazıya kazıya ya da resim olurlar senin gibi kazına kazına."
ilk yalanı acaba hangimiz söyledi
acaba ilk ne zaman kandırdık kendimizi,
kim bilir,
hikayesi olmayan bir türküydü
birlikteliğimiz,
birlikte oluşumuz,birliktelik?
acaba beni hangi bataklık prense dönüştürdü,
yapraklar üzerinde bir kurbağa iken,
pek bir eğreti durdu çünkü üzerimde...
bir hazır çorbayla intihar edilebilirdi ama ben yaşamayı seçtim,
hemde seninle,
batan bir titanikten filikaya binip kaçabilirdim,
ama yapmadım,
yapamadım,
ha olaki ölürsem de,
gönlümüz sağolsun,
en azından yerim belli,
başka türlüsüne gitmiyor yüreğim...
elbette çevremde ki tüm gülleri dallarından koparıp sana getirmeyi isterim fakat yazık; mesela ben, yıkılmış eski bir ev gördüğümde bile hüzünlenirim hatta bazı meyvelerde dallarından koparılmamalı fikrimce